BRECHTHAUS (BRECHT EVİ)
Brecht ve Hikmet: Dünyaca ünlü iki şairin yolları kesişti – izleri Augsburg’da ve Türkiye’de
Augsburg şehrinin dünyaca ünlü yazarı Bertolt Brecht (1898–1956) ile yine dünyaca tanınan Türk şair Nazım Hikmet Ran’ın (1902–1963) aynı dönemde yaşadıklarını, benzer idealleri paylaştıklarını, bu nedenle ülkelerinden sürgün edildiklerini ve bir gün yollarının Berlin’de kesiştiğini biliyor muydunuz?

Bertolt Brecht; Bundesarchiv, Foto: Kolbe, Jörg
Her ikisi de sanatı toplumsal dönüşümün ve barışın aracı olarak görüyordu ve bu ortak anlayış, sonunda Berlin’de gerçekleşen nadir bir buluşmayı mümkün kıldı.
Brecht, Nazım Hikmet’in şiirleriyle ilgileniyordu. 1951’de Doğu Berlin’de Türk yazarlarla yaptığı bir toplantı sonrasında şöyle yazmıştı:
“Şiirlerini büyük bir coşkuyla okudum.”

Nâzım Hikmet, Berlin 1956; Foto: Hans-Joachim Koch
Brecht’in çalışma arkadaşı Käthe Rülicke-Weiler, Hikmet ve Brecht arasındaki ilk buluşmayı bir dergide yazdığı makalede şöyle anlatıyor:
1954 yılının mayıs ayı sonunda Nazım Hikmet, Chausseestraße’deki evinde Brecht’i ziyaret etti. DDR’de birkaç kez misafir olan Hikmet, bu sefer Dünya Barış Kongresi vesilesiyle gelmişti.
“Nazım Hikmet, Brecht’e geldiğinde ben de oradaydım. Çok hoş bir insanla, çok hoş bir ziyaret oldu. Hikmet, elinde çiçeklerle geldi: ‘Ev sahibesi için.’ dedi. Ben de ‘Bu çok nazik bir davranış.’ dedim. Hikmet gülerek ‘Sizi evin hanımı sandım.’ dedi. Ben de gülerek ‘Hayır, ben sadece bir çalışanım.’ dedim.
Nazım Hikmet pencere kenarındaki masaya oturdu. Bizimle olmaktan memnun olduğunu söyledi. Brecht ona çalışmalarını, gelecek planlarını ve Türkiye’nin siyasi durumu hakkındaki görüşlerini sordu. Nazım Hikmet ülkesinin zor durumu hakkında ayrıntılı ve tutkulu bir şekilde konuştu. Yeni çıkan Ölüler Şehri adlı şiir kitabından bahsetti.
Gece geç saatlere kadar oturduk, edebiyat ve politika üzerine konuştuk. Sonunda Nazım Hikmet hepimizle içten bir şekilde vedalaştı.”
Rülicke-Weiler şöyle der:
“Hikmet’in Brecht’i ziyareti benim için unutulmazdı hem kişisel olarak hem de Berlin Ensemble için önemli bir olaydı.”
İki yıl sonra, Brecht ve Nazım Hikmet yeniden bir araya geldi – bu kez 9–14 Ocak 1956 tarihleri arasında Berlin’de düzenlenen Yazarlar Kongresi sırasında.
Bu görüşmelerde, Nazım Hikmet’in şiirlerinin Almancaya çevrilmesi fikri doğdu. Brecht, onun 1933 yılında Bursa Cezaevi’nde yazdığı, orada geçirdiği zor günleri ve eşine duyduğu özlemi anlatan Karıma Mektup adlı şiirini İngilizce çevirisinden Almancaya aktardı. Çeviriyi yaparken bazı ifadeleri kısaltarak şiirsel bir biçimde yeniden düzenledi.
14 Şubat 1956 tarihli mektubunda Brecht, Akademie der Künste himayesinde Nazım Hikmet’in bir şiir kitabının yayımlanması için destek verdi. Bu kitapta muhtemelen onun Almancaya çevrilmiş şiirleri yer alacaktı. Ancak bu yalnızca bir taslak olarak kaldı; Brecht’in kısa süre sonra başlayan hastalığı, çalışmanın tamamlanmasını engelledi.

Foto: Bruno Tenschert
Bu benzerlik, her yıl şubat ayında Augsburg’da düzenlenen, kentin en kapsamlı kültür festivali olan Brecht Festivali’ndeki bir tiyatro oyununa da konu oldu.
2025 programında yer alan “Brecht – Nazım: Direnişin Sesleri” adlı oyun, Almanya’da yaşayan Türkiyeli oyuncular tarafından iki dilli olarak sahnelendi.
Brecht ve Nazım Hikmet’in sözleri sahnede yan yana getirilerek, iki yazarın birbirine cevap verircesine akan dizeleri üzerinden etkileyici bir diyalog kuruldu.
Brecht ile Nazım Hikmet arasındaki bu düşünsel yakınlık, sonraki yıllarda Türk edebiyatı ve tiyatrosunda da yankı buldu. Brecht’in epik tiyatro anlayışı, dolaylı biçimde Türk yazarlarını etkiledi. Bu anlayışın izleri, Necati Cumalı’nın (1921–2001) eserlerinde de görülür. Cumalı, oyunlarında toplumsal sorunları ve insan ilişkilerini ele alırken, izleyiciyi düşünmeye ve sorgulamaya yönlendiren bir sahne dili geliştirdi. Özellikle Susuz Yaz ve Ay Büyürken Uyuyamam adlı oyunlarında bu etkiler belirgindir.
Brecht’in oyunları 1950’lerin sonlarından itibaren Türkiye’de sahnelenmeye başladı ve kısa sürede büyük ilgi gördü. 1960’larda onun tiyatro anlayışı Türk sahnelerinde kalıcı bir etki yarattı. Devlet tiyatrolarında Kafkas Tebeşir Dairesi, Cesaret Ana ve Çocukları ve Üç Kuruşluk Opera gibi oyunlar defalarca sahnelendi.
Onun Türkiye ile bir diğer bağı, Keiner oder Alle adlı şiirinde geçen “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” sözleridir; bu dizeler Türkiye’de toplumsal dayanışma ve birlik mesajı olarak büyük bir öneme sahip olmuş, özellikle son yıllarda toplumsal hareketlerde yeniden sloganlaşmıştır.
Ayrıca Brecht’in yazdığı Einheitsfrontlied adlı marş Türkçeye çevrilmiş ve günümüzde hâlâ işçiler tarafından bir “işçi birlik cephesi” olarak söylenmektedir.
Bugün Augsburg’daki Brechthaus, bu büyük yazar ve düşünürü anımsatan bir mekân olarak yaşamını sürdürmektedir. 1985 yılından beri bir anı evi olarak hizmet veren bu yapı, Brecht’in yaşamı ve eserlerine dair birçok belge ve objeyi sergiler. Müze, onun ilk baskı eserlerini, 1949 yılına ait bir sahne dekorunu, yaşam ve ölüm maskelerini ve annesi Anna Brecht’in yatak odasını içerir. Ayrıca üst katta belgesel filmlerden oluşan bir video enstalasyonu ve yazarın eserlerinin incelenebileceği bir okuma salonu bulunur.
Bu müze, ziyaretçilere yalnızca Brecht’in dünyasını yakından tanıma fırsatı sunmaz; aynı zamanda onun düşüncelerinin Augsburg’dan başlayarak, tüm dünyaya yayılan evrensel etkisini de hatırlatır.
Augsburg’da Türkiye İzleri
- AUGUSTUSBRUNNEN (AUGUSTUS ÇEŞMESİ): Augsburg ve Türkiye’de ortak Roma mirası
- WEBERHAUS (DOKUMACILAR EVİ): Augsburg’un tekstil mirası ve Türkiye’den izler
- KRESSLESMÜHLE (KRESSLES DEĞİRMENİ): Augsburg’un kalbindeki tarihî bir yapı – dayanışmanın simgesi
- HÖHMANNHAUS (HÖHMANN KONAĞI): Augsburg’da bir Osmanlı kadını – aşkın ve dönüşümün hikâyesi
- BRECHTHAUS (BRECHT EVİ): Brecht ve Hikmet – dünyaca ünlü iki şairin yolları kesişti, izleri Augsburg’da ve Türkiye’de
- MOZARTHAUS (MOZART EVİ): Augsburglu Mozart ve Osmanlı ezgileri
- TEKSTILVIERTEL (TEKSTİL BÖLGESİ): Çalışmak için geldiler, yeni bir yurt buldular
-
AUGSBURGER DOM (AUGSBURG KATEDRALİ): Osmanlı sancağı katedralde – savaşın izleri ve kültürel miras
Das Projekt „Meine Stadt – Meine Geschichte“ beschäftigt sich mit der Ausarbeitung und Digitalisierung der migrantisch geprägten Stadtführungen und ist Teil von DIWA 4.0. Das EU-geförderte Projekt DIWA 4.0 unter der Leitung des Büros für gesellschaftliche Integration der Stadt Augsburg setzt sich aktiv für die gleichberechtigte Teilhabe Neuzugewanderter und ein respektvolles Miteinander ein. Mehr Informationen: augsburg.de/diwa
